'"Bu
mektup ile size üniversite içindeki uygulamalarda gözlediğim bir
dizi eksiklik ve çelişkiden söz edeceğim. Bu işi böyle bir yazıyla
yapıyorum, çünkü üniversitemizin yönetim kurullarında öğrenci
temsilcisi bulunmamaktadır. Böyle olunca da üniversitede yapılan
herhangi bir uygulamada (Dersler, sınavlar, bilimsel
etkinlikler v.b.), uygulananın amacına ulaşıp ulaşmadığını ve
öğrenciler için ne ifade ettiğini anlamak mümkün olmamaktadır.
Hele de üniversite bünyesindeki faaliyetlerin büyük bölümü
öğrenciler üzerine kuruluyken öğrencilerin görüşüne yer
verilmemesi, uygulananları kör ve topal bir hale getirmektedir.
Görüldüğü gibi üniversite yönetiminde öğrencilerin söz hakkının
olmaması önemli bir eksikliktir.
Şimdi öğretim
sistemimize değinip biraz daha ayrıntıya ineceğim. Öğretim
sistemimize hakim olan anlayış, öğrencilere öğretim üyeleri
aracılığıyla çeşitli bilgiler aktarmak ve bu bilgilerin öğrenciler
tarafından öğrenilmesin! beklemek şeklindedir. Fakat ders
anlatanların üst sınıflarla yaptıkları derslerde sıkça
karşılaştıkları bir problem vardır: Öğrencilerin unutkanlığı.
Öğretim üyeleri rastlantı sonucu ya da bilinçli olarak geçmiş
dönemlerde anlattıkları konularla ilgili bir soru gündeme
getirdiklerinde, öğrenciler kitlesel bir suskunluğa
girmektedirler. Unutkanlığın bir diğer göstergesi de, üniversite
sonrası lisansüstü ya da meslek sınavlarından çoğu öğrencinin
başarısız çıkmasıdır. Halbuki bu öğrenciler derslerinden geçer
notlar almışlar ve üst sınıflara geçmişlerdir. Bunların içinde
oldukça yüksek notlar aldıkları için üstün başarılı sayılanlar da
vardır. Peki bu suskunluk nedendir? Niçin anlatılan onca şey boşa
gitmektedir?
Bu soruların temelinde
ezberciliğe dayalı öğretim anlayışı yatmaktadır. Derslerde
anlatılan bilgilerin akılda tutulmalarının nedeni bir öğrenme
arzusu ya da bilime olan merak değildir. Bilgilerin sınavlar
yoluyla geri istenmesi, öğrenciyi yararcı bir seçim yapmaya;
derste anlatılanları ezberleyerek geçer ya da yüksek not almaya
yönlendirmektedir. Geçer notu alıp sınavı atlatan öğrenci için
ezberlenen bilgiler işlevini tamamlamaktadır. Sırada dikte edilen
ve ezberlendiğinde bir sınavı daha geçmeye yarayacak bir sürü
bilgi olduğundan, geçmiş bilgileri tekrarlamak zaman kaybı
olmaktadır. Böylece öğrencilerin unutkanlığı sürüp gitmektedir.
Zaten mesleğe atılan
biri için üniversite sıralarında ezberlenen bilgiler işlevini
tamamlamıştır, işe yaramamaktadır; çünkü herhangi bir konuda
araştırma yapmak istendiğinde, araştırmacının başvurduğu kaynak
ders notları ve hafızası değil, ilgili bilimsel yayınlardır.
Yukarıda değinilen
sorunlar ancak araştırmacılığa yönelik bir öğretim sistemi
getirilerek aşılabilir. Bunun uygulamadaki görüntüsü, öğrencilere
seminerler hazırlatmak şeklinde olabilir. Seminerle uğraşan
öğrenci bir bilim adamının yaptıklarım az çok yapar. Sosyal
bilimlerde bir araştırmanın ilk aşamalarından olan bilgi toplama
işini yapan öğrenci, seçtiği konu ile ilgili pek çok yayını
incelemek zorundadır. Üniversiteye gelmiş biri bu yayınların
çoğunu anlayacak kapasitededir. Buna rağmen anlaşılamayan yerler
olsa bile, bu durum onu anlaşılamayanı anlamak üzere harekete
geçirecektir. O zaman da yapılacak şey ya başka yayınlara ya da
öğretmekle görevli kişilere başvurmaktır. Bu aşamada öğrenmenin
nedeni sınavlar gibi yapay bir zorlama değil, bir araştırmayı
tamamlamak için doğal bir gereksinimdir; ezbercilik değildir.
Seminerin yararı
yalnızca öğrenme ile sınırlı değildir. Öncelikle, bilimde temel
uğraşı olan araştırma işini doğal bir edim haline getirmektedir.
Bunun yanında öğrenci, öğretimle görevli kişilerin bakış
açılarının boyunduruğundan kurtulup bilim ve bilgi alanında
kendine özgü arayışlara girip yeni buluşlara yönelebilecektir.
Semineri sunarken yaratılacak tartışma ortamı, öğrencinin
eksiklerini daha iyi anlamasını sağlayacak ve hem bilgi
birikiminde hem de kişiliğinde yapıcı etkide bulunacaktır.
Yukarıdakilere ek
olarak, seminer hazırlama gayretiyle araştırma yapan öğrenci,
öğretim üyelerinin derste anlatabileceğinden daha fazla bilgiye
dolaysız olarak ulaşabilecektir. Bunlar arandığında nerede olduğu
bilinen, bir dayanağa sahip bilgilerdir. Ayrıca öğrencinin
kendinin yürüttüğü, her adımına kafa yorduğu çalışmasının en
azından ana çizgilerin! unutması çok zordur.
Yararı biliniyor
olmalı ki öğretim üyeleri zaman zaman öğrencilere seminer
hazırlatmaktadırlar; fakat dersler öğrencilerin araştırmaya
ayırabilecekleri vaktin büyük bölümünü aldığından seminerler ek
bir yük olarak algılanmaktadır. Yani seminere ağırlık
kazandırırken ders ve sınav yükü hafifletilmezse sonuç istenilen
şekilde olmayacaktır.
Kuşkusuz yüksek
öğretinin sorunları yalnızca araştırmacı ve ezberci öğretim
teknikleri arasındaki çelişki ile açıklanamaz. Öğrencilerin
yabancı dilde yayınlanmış eserleri anlayabilmeleri için yabancı
dil öğretimine ağırlık verilmeli, öte yandan araştırmacının
ihtiyaç duyduğu yayınlara kolayca ulaşabileceği şimdikinden daha
zengin bir kütüphane oluşturmalıdır.
Bu mektupta değinmek
istediğim bir problem de Araştırma Görevlisi (Ar. Gör.)
kadrolarının tespiti için yapılan sınavlardaki çelişkilerdir.
Öncelikle yabancı dil sınavlarına değinmek istiyorum. Yukarda
değinildiği gibi yabancı dil bilmek yabancı kaynakların
anlaşılması açısından önemlidir; fakat bu demek değildir ki
mükemmel bir yabancı dil olmadan bilim ve araştırma
yapılamaz.Yabancı dil sınavının Ar. Gör. kadrolarının tespitinde
baraj olması bazı sakıncalar taşımaktadır. Öncelikle, sınava
gireceklerin uğraştığı bilim dalı ile ilgili tecrübeleri ve
birikimi tamamen ikinci plana atılmaktadır. Sınavı kazananların
ise bilime yapacakları katkı rastlantıya kalmaktadır.
Diğer taraftan sınav
biçim olarak ta yanlıştır. Sınavda 200 kelimelik bir metin
verilmekte ve iki saatte çözülmesi beklenmektedir. Bir çevirinin
süresi, metin içindeki bilinmeyen kelimelerin oranıyla ilgilidir.
Sınava girenler o güne kadar, verilen metinle ilgili çeviri
yapmamışlarsa doğal olarak verilen süre içerisinde çeviriyi
tamamlayamayacaklardır. Fakat bu durum o kişilerin çeviri
yapamayacakları anlamına gelmez.
Nitekim fakültemizin
Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı'nda son yapılan Ar. Gör. sınavında
bu durum acı şekilde yaşanmıştır. Sınava girenlerin hepsi yüksek
lisans veya doktora yapmak taydılar. Her biri daha önce yüksek
lisans ve doktora için yapılan dil sınavlarım geçmişlerdi. Bazı
öğrenciler oldukça yüksek notlar almıştır. Hatta bir doktora
öğrencisi daha önce açılan Ar. Gör. dil barajını geçmiştir. Acaba
bir felaket mi oldu da bu insanlar çeviri yeteneklerini mi
kaybettiler? Hayır, hiç te öyle değil... öncelikle her aday hala
bir konuda tez hazırlamakta ve bunun gereği olarak ta çeviri
yapmaktadır. Bazıları da yalnızca sınavına girdiği dilden değil,
başka dilerden de her ne kadar saatte 100 kelime değilse bile
çeviri yapmaktadır. Yani şu andaki dil sınavı araştırmacının
çeviri yeteneğini anlamak için yeterli bir ölçü değildir.
Üçlü bir jüri
tarafından düzenlenen bilim sınavına gelince, hiç kuşkusuz bu
sınav ezberci öğretim tekniğim, benimsemiş üniversitemiz açısından
garip görünmemektedir. Oradan buradan esinlenmiş üç - dört soru
ile kişilerin bilimle ilgileri ölçülmektedir. Acaba bir değişiklik
yapılsa da jüri üyeleri sınava alınsa ve onlara herhangi üç - dört
soru sorulsa, uzmanlık alanlarının dışında kalan sorulara yeterli
yanıt verebilecekler midir? Eğer yanıtlar yeterli olmaz ise
bilimde yetkin olmadıkları sonucuna mı varılacak?! Elbette hayır.
Bilim böyledir; onunla uğraşanlar uzmanlaştıkları alanlar dışında
her an ahkam kesmek zorunda değildir. Kimsenin öğretim
üyelerimizden böyle bir şey istemeye hakkı yoktur. Biz onları
bugüne kadar yaptıkları araştırmalarla, bilime yaptıkları ve
gelecekte yapmaları beklenen katkılarla değerlendiriyoruz.
Bilimsel olan değerlendirme de budur. Ar. Gör. tespit jürisinin
de adaylara bakış açışı bu olmalıdır.
"Sınava girecek
adaylar daha yeni sayılırlar, onların bilime katkıda bulunmuş
olmalarım bekleyemeyiz" denebilir. Diplomayı yeni almış olmak,
adayın o bilim dalında hiç bir şey yapmamış olduğu anlamına
gelmez. Örnek vermek gerekirse: Sözü geçen bölümde son yapılan Ar.
Gör. sınavına giren adayların lisans veya yüksek lisans tezleri
vardı. Her biri şu anda bir konuda tez hazırlamaktaydı. Bu durumda
adaylara, hazırladıkları ya da hazırlamakta oldukları tezin
niteliğini ortaya koyacakları sorular sormak onların bilime olan
ilgilerini anlamak açısından daha yararlı olacaktı. Sormanın yanı
sıra, mevcut çalışmalar da doğrudan incelenebilirdi.
Bu olguların dışında,
araştırmaya dayalı bir öğretim sistemi yerleştirildiğinde,
öğrencilere seminerler yoluyla kendilerini ortaya koyma fırsatı
verilecek, böylece kadroların tespitinde bir anlık ezbere değil,
seminer gibi bir sürece ve emeğe dayalı daha somut kriterler
oluşturulacaktır. Bu kriterlerden oluşturulacak ortak puan ile
baraj olmaktan çıkarılmış yabancı dil sınavından alınacak puan
belli oranlarda toplanarak daha sağlıklı tespitlerde
bulunulabilecektir.
Sonuç olarak
unutulmamalıdır ki, üniversitemiz öğrencilerini gerçek anlamda
başarıya götürecek sistemleri araştırmak, geliştirmek ve uygulamak
zorundadır. Bu konuda yapılacak ilk iş, şu anda uygulanan sistemin
amacına ne kadar ulaştığım kontrol etmektir. Bu yapılmazsa var
olan hatalar zamanla üniversitelerimizi işlevini gerçekleştiremez
duruma sokacaktır.